Daru’l İfta, Mısır’ın İslami hukuk araştırmaları merkezlerinden biridir. 1895 yılında kurulmuştur ve en eski modern fetva üreten enstitülerden biri olarak kabul edilir. Daru’l İfta, Mısır’daki El-Ezher Camii, El-Ezher Üniversitesi, Dini Bağışlar Bakanlığı gibi kurumlarla beraber Mısır’daki temel dini kurumlardandır. Kamuoyuna yönelik hükümler yayınlamada ve Mısır’daki yargıya danışmanlık yapmada önemli bir rol oynamaktadır.
Fetva, UNHCR’nin zekât toplayıp dağıtması sorusunun, nihai cevabı vermeden önce getirilmesi gereken birkaç konuyla bağlantılı olduğunu belirterek başlamaktadır. Fetva kapsamında aşağıda belirtilen tüm hususlar İslam fıkhı eserlerinden yapılan atıflarla desteklenmektedir:
- Birinci konu: Zekat’ın yurtdışına gönderilmesi.
Zekâtın gönderilmesi, zekâtın yükümlülük anında toplandığı yerde bulunmayan kişilere dağıtılması anlamına gelmektedir.
Bu konudaki fetva, zekât fonlarının yararlanıcıların bulunduğu bir yerden yurtdışındaki diğer yararlanıcılara gönderilmesine izin verildiği yönündedir.
Bu görüş aşağıdaki argümanlara dayanmaktadır:
- Kur’an-ı Kerim’de Tevbe Suresi 60. ayet, konumla ilgili hiçbir şeyden bahsetmeden yararlanıcıların kategorilerini belirtir, ayet geneli işaret etmektedir.
• Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) Yemen’e gitmeden önce Hz. Muaz’a “onların zenginlerinden onların fakirleri için sadaka al” demesi, Yemen halkına verilmesi gerektiği anlamına gelmez, buradaki “onların” ifadesi genel olarak Müslümanları işaret etmektedir.
• Birisi Hz. Peygamber’e (s.a.v.) gelip maddi desteğe ihtiyacı olduğunu söyleyince Hz. Peygamber ona: “Bize bir bağış gelinceye kadar kal, sonra sana verilmesini emredeceğiz…” demiştir. Bazı alimler bunun zekâtın yurt dışına nakli lehine bir argüman olduğunu söylerler.
• Buradaki kıyas, vasiyetnamelerin ve diğer finansal yükümlülüklerin aktarılmasına izin verilebilirliğine dayanmaktadır. Arınma amaçlı zorunlu bağışlar, bağışların yapıldığı ülkelere özgü değildir.
Bu, alimlerin çoğunluğunun görüşlerinden biridir. Fetva, delil olarak bu görüşte olan alimleri de zikreder.
Ayrıca zekâtın yurt dışına nakledilmesine karşı çıkan âlimler, ihtiyaç halinde buna izin verildiğini ileri sürerler. Fetvada bu konuda çok sayıda referans yer almaktadır.
• Second topic: giving Zakat to one category of legitimate beneficiaries.
İkinci konu: Zekâtın sadece bir kategorideki uygun vasıflı kişilere verilmesi Zekât verilebilecek kişilerin kategorileri Tevbe Suresi’nin 60. ayetinde şöyle tarif edilmektedir:
“Zekât gelirleri ancak şunlar içindir: Yoksullar, düşkünler, sadakaların toplanmasında görevli olanlar, kalpleri kazanılacak olanlar, azat edilecek köleler, borçlular, Allah yolunda (çalışanlar) ve yolda kalmışlar. İşte Allah’ın kesin buyruğu budur. Allah bilmekte ve hikmetle yönetmektedir.”
Alimler, zekâtın bu sekiz kategoriye eşit olarak dağıtılması yükümlülüğü konusunda farklı görüşlere sahiptir. Hanefi, Maliki ve Hanbelî ekolleri de dahil olmak üzere âlimlerin çoğunluğu, zekâtın sekiz kategoriden sadece birine dağıtılmasına izin verildiğini belirtmektedir. Hatta kategorilerden birine uyan tek bir kişiye verilmesine bile izin verilmektedir. Bu fetva görüşünün argümanları aşağıdaki gibidir:
- Yukarıda bahsedilen Muaz hadis-i şerifinde Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) “..onların zenginlerinden onların fakirlerine..” buyurmuştur. Yani “fakirler” sadece bir kategoriden bahsetmektedir. Bu aynı zamanda zekâtın bir kişiye verilebileceğinin bir kanıtıdır, çünkü Arapça’da çoğul biçim (burada “zenginleri”) başka bir çoğul formla (“fakirleri”) karşı karşıya geldiğinde, bu çoğulların tekil unsurları arasında bir paralellik, yani bire bir olduğunu göstermektedir.
• Peygamber Efendimiz’in (sav) zekâtı bazı insanlara verdiği, bazılarına vermediği hadis-i şerif. Bu hadise göre, Hz. Peygamber zekât almadığı için kendisine itiraz edenlere bunu zekât alanların kalplerini İslam’a ısındırmak için yaptığını söyledi. Bu nedenle sadece bir kategoriye, yani müellefi- kulüb’e (kalpleri İslam’a ısındırılacaklara) zekât verdi.
• Allah Kuran’da zekâtın ihtiyaçlarından dolayı bu kategorilere verilmesini emreder. Yani amaç bu ihtiyaçları gidermektir. Ve isimlendirmeleri farklı olsa bile tüm kategorilerde ihtiyaç mevcuttur.
Şafiî ekolüne gelince, resmî görüş zekâtın sekiz kategori arasında eşit olarak dağıtılmasının zorunlu olduğu yönünde olsa bile, üçüncü kuşaktan âlimler, resmî görüşün zorluğundan dolayı fetva verirken çoğunluğun görüşünü takip ederler. Bazıları aslında şöyle demişlerdir: “Eğer Şafi’i bugün hayatta olsaydı, bu fetvayı verirdi.”
• Üçüncü konu: Bir aracı vasıtasıyla zekât verilmesi
Mali bir hak olduğu için insanlar arasındaki borçlarda da izin verildiği gibi zekât için bir aracı kullanılmasına izin verilmektedir.
Bu konuda aracı vekilin Müslüman ya da gayrimüslim olması arasında bir fark yoktur. Hanefi, Şafii ve bazı Hanbelî âlimlerinin görüşü budur. Daha sonra birkaç İslami kaynağa referans verilmektedir.
Fetva burada aracı vekilin tüzel kişilik değil, gerçek bir kişi olduğu bir duruma atıfta bulundukları için bu metinlerin sorumuzla ilgili olmadığını belirtmektedir. Daha sonra gerçek ve tüzel kişi arasındaki farkları detaylandırmaktadır. Tüzel kişi kavramının fıkıh kitaplarında vakıf, beytülmal (Maliye Bakanlığı’nın eşdeğeri), camiler veya şirketler için olduğu gibi mevcut olduğundan bahsetmektedir.
• Dördüncü konu: zekât verirken niyet.
Bu yüzden bağışçının bu miktarın kendi zekâtı olduğunun bilincinde olması gerekir. Çünkü zekât bir ibadettir. Niyet olmadan geçerli değildir. Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz ameller niyetlere göredir.” Paranın sahibi olan kişi zekât verirken niyet etmişse, zekât aracısından niyet istenmez. Zekât aracısının gayrimüslim olması durumunda, Şafi’i alimler iki şarta ihtiyaç duyarlar: Zekât alıcısının bağışçı tarafından bilinmesi ve yararlanıcının aldığı bağışın zekât olduğunu bilmesi.
Fetva, gerçek ve tüzel kişi arasındaki fark nedeniyle bu iki koşulu UNHCR için gerekli görmediğini belirtmektedir.
• Beşinci konu: Gayrimüslimlere zekât verilmesi.
Şeriat’ta, yukarıda zikredilen Muaz hadisi sebebiyle zengin Müslümanlardan alınıp fakir Müslümanlara verilmesi gerektiği için zekâtın gayrimüslimlere verilemeyeceği bilinmektedir. Bu, alimlerin büyük çoğunluğunun görüşüdür. İbn-i Münzir veya İbn-i Kudame gibi bazı alimler, bu konuda alimler arasında bir ittifak olduğunu söylüyor.
Fitreye gelince, Ebu Hanife ve öğrencisi Muhammed’e göre hem Müslümanlara hem de gayrimüslimlere verilebilmektedir. Ancak alimlerin çoğunluğu bu fikirde değildir ve fitrenin Müslümanlara verilmesi gerektiğini belirtmektedir.
Sadakaya gelince, bu zekâttan daha esnektir ve Müslümanlarla savaşta olmadıkları sürece gayrimüslimlere verilebilir. Fetva, bunu kanıtlamak için Kur’an ve Sünnet’ten deliller sunmaktadır.
• Altıncı konu: mültecilerin durumunun niteliği.
‘Mülteci’ kelimesi dini metinlerde bu şekilde geçmiyorsa da koruma, güvenlik veya göç gibi benzer anlamlara sahip başka terimler de bulunabilir.
‘Koruma’ kavramı Tevbe Suresi 6. Ayette şu şekilde geçmektedir:
“Ve eğer müşriklerden biri senden korunma isterse, Allah’ın sözünü duymasına fırsat vermek için onu koruma altına al; sonra onu kendi güvenlik bölgesine ulaştır. Bu uygulama, onların bilmeyen bir topluluk olmalarından dolayıdır.”
‘Güvenlik’ kelimesine gelince, Bakara Suresi’nin 125. ayetinde geçmektedir:
“biz Kâbe’yi insanlara toplantı ve güven yeri kılmıştık.”
“Göçmen” kelimesi, Haşr Suresi’nin 8. ayetinde şöyle geçmektedir:
“(Bu gelirler) Allah’ın lutuf ve rızâsının peşine düşerek Allah’a ve resulüne yardım ederlerken yurtlarından ve mallarından uzaklaştırılmış olan yoksul muhacirlerin hakkıdır. İşte onlar dosdoğru kimselerdir.”
Allah, zekât verilebilecek kategorileri belirlemiş ve başkalarına verilmesine izin verilmemiştir.
Bir kişinin ‘mülteci’ olarak nitelendirilmesi, kişinin mutlaka zekât verilecek kategorilerden birine girdiği anlamına gelmemektedir. Bu mültecinin durumuna bağlıdır. Çoğunluğu gerçekten fakir olsa bile bazı mülteciler zengin olabilmektedir.
Uygulamada, mültecilerin girdiği kategoriler genellikle şunlardır: Fukara (fakir), miskinler (muhtaç), garimin (borçlular), fi sebilillah (Allah yolundakiler) ve ibnüssebil (mahsur kalan yolcular).
Fakir, hayatta kalmak için yeterince para veya kazanma yolu olmayan birini ifade etmektedir.
Miskin (muhtaç), hayatta kalmak için yeterli para kazanabilen, ancak ihtiyaçlarını karşılayamayan birini ifade etmektedir.
Bu tanımlara göre, fakir miskinden daha muhtaç durumdadır. Bu, Şafi’i okulunun görüşüdür ve diğer alimler tam tersi görüştedir.
Bu tanımlara göre, fakir miskinden daha muhtaç durumdadır. Bu, Şafi’i okulunun görüşüdür ve diğer alimler tam tersi görüştedir.
Garimine (borçlular) gelince, farklı kategorilerden oluşmaktadır. Mültecinin durumuna en yakın olan kendisi veya ailesi için meşru bir amaç için borç alan ancak geri ödeme zamanı geldiğinde, yeterince sahip olmayan kişidir.
Aynı zamanda, gayrimeşru bir amaç için borç alan, ancak daha sonra parayı meşru bir amaç için kullanan kişi için de geçerlidir; ya da gayrimeşru bir amaç için borç alır, sonra tövbe eder.
Hanefi görüşüne göre parasından uzak olan, onu kullanamayan kişi olarak mülteciler ayrıca ibnüssebil kategorisine girebilirler. Bu, ülkelerinde parası ve malları olan ancak onlara ulaşamayan veya onlardan yararlanamayan bazı mülteciler için geçerli olabilir.
Fetva, yukarıdakilerin hepsinden hareketle, paranın yurtdışına aktarılması anlamına gelse bile, yerinden edilmiş kişiler arasındaki uygun yararlanıcılara dağıtılması için bir aracı olarak UNHCR’ye şu şartlarda zekât verilmesine izin verildiğini belirterek sonuçlanmaktadır:
- Zekât alan kişiler bu konudaki hükümlere uygun olmalıdır. Yani Müslüman ve zekât alıcıları kategorilerinden birine girmelidir.
- UNHCR, çalışmalarının karşılığı olarak zekât fonlarından hiçbir şey almamalıdır. Gerekli olması durumunda bu ücretin zekâttan başka kaynaklardan sağlamalıdır.
- UNHCR’nin tüm bunlara saygı göstereceğine dair yeterli garanti vardır.
Social Profiles